15 Eylül 2014 Pazartesi

Kırmızı Perfect

Mayıs 2013

rıdvan: muhtelif anlarda övündüğü şansıyla
nevi şahsına münhasır derler bir adam.
hayattaki tek başarısı halbuki,
ales’ten aldığı yüksek puanı
ve her lafı geçtiğinde anlamını açıklaması gerektiği
kırmızı kapaklı kitabı.

laflıyoruz çay içerken, konuşmaya başlıyor
kolayken hiçbir şey güzel değilmiş;
peşinden bir yıl koştuğu
peşinden bir gün koşunca
bütün bir yılı
ve bütün bir yolu unutuyormuş. önceden de biliyordum
bu özelliğinden yüksündüğünü henüz hiç görmedim

minibüste bir yaşanmışlığı varmış, onu anlatıyor sürekli
beşlik uzatıp yirmilik para üstü almış da
fark edip ses çıkarmamış da
hemen akabinde, müsait bir yerde inerken
cebinden telefonunu çaldırmışmış
hâlâ aklının bir köşesindeymiş, öyle diyor
aldığı en güzel cevapmış

varoluşçuluğa kafayı takmış bir vakit
işin içinden nasıl çıktığını sordum
anında yanıtladı: diş macunları sağolsun
elini taşın altına koyup
bir yenisini açmadığı sürece
evdekiler bir diş macunu tüpüyle
sonsuza dek fırçalanabilecek kudrete sahiplermiş
bittiğini bir tek ben anlayabiliyordum diyor
inanabiliyor musun, bir tek ben.

buraya, çay içtiğimiz yere
bir kez daha gelmiş zamanında
o da varmış yanında, çok sevmiş onu
el ele tutuşmamak için mükemmel sebepleri varmış
öpüşmemek ve sarılmamak için de.
bununla bir ilgisi olabilir mi diye sordu
çok sevmemin ellerini tutmamamla bir ilgisi olabilir mi.

halı sahada yelekleri
hep onun olduğu takımın oyuncuları giyermiş
dünyaya adeta kaybetmek için geldiği iddiasının ardından
ilk golü yemekten aldığı hazzı tarif etmeye girişti
bir şeyleri, başka bir şeylere benzeterek.
imgelerle arası hiç yoktur; benzetemedi

bıyığı izin verdiği müddetçe, her insan bir tayyip olabilirmiş
hitler ve hatta bir kate upton da olabilirmiş
ama pantolon yalnızca
tesisatçılığa müsaade ediyormuş
üstelik bunun için kıçtaki çatalın
işbirliği de gerekiyormuş.
böyle lüzumsuz sohbetlere bayılır,
he deyip geçiyorum

sigarasını aceleyle içti, sıkışmış
beş dakika evvel de gitmişti.
aynı konulardan defalarca bahsetme huyunun yanında hobi olarak,
çişini de tutamıyor

ayrılmaz parçası, defterini alıyorum elime
oyalanma niyetiyle. dalıyorum ortasından
beklemek; oyalanmanın en zarif biçimidir yazıyor
tesadüflere inanmam, sayfayı çeviriyorum
aldığım bu en güzel cevabı
hiç unutmuyorum
.
.
.

kitap çıkarttığını unut
kitap çıkarttığını unut
biraz abi sözü dinle, tecrübe
tamamen yaşla alâkalı bir kelime.

başka hiçbir şeyim yok
başka hiçbir şeyim yok
denize bir taş atmış oldum, o kadar.
-denize taş atmak iyidir-
bu daha başlangıç, gerisi elbet gelecektir;
-gerisinin gelmesi de iyidir-
gerisi gelmedi, denize bir taş attım
sonra yine kayboldum
böbürlenerek yürüyecektim daha sokaklarda
duruşum, bakışım değişecekti
yetmeyecekti, onların bana bakışları da değişecekti
hani.

hem iki bin on iki hem hazirandı
yazdıklarımın basılacağını öğrendiğimde.
ha deyince çıkmıyormuş, öyle olmuyormuş bu işler
elle tutulur hale gelene kadar geçen dokuz aylık süreçte
başlarda gerçeğini anlattığım hikâyemden
uzaklaştım çokça. bir emrah abi vardı hikâyenin başlarında,
ne oldu ona.
bir teşekkürü bile çok gördüm adama

gerçeği olduğu gibi aktarınca
ahmet abiyle beni o tanıştırdığı için
övgünün yarısı ona gidiyordu,
yazdıklarım arada kaynıyordu.
başka hiçbir şeyim yok
başka hiçbir şeyim yok;
emrah abili sahneleri çıkardığım için uydurduğum mazeretler de
vicdanımı rahatlatmıyordu
-vicdanın rahatlamaması iyidir-

dokuz ay, kaynayan bir kan için uzun bir süredir
ve şüphesiz ki yeni yaratılara gebedir.
eskiler tekrar tekrar okunmaktan
gözümde değerini yitirdiğinden
doğurmakta sakınca görmedim
(doyurmak da diyebilirdim pekâlâ, sonuçta-
kestik!
atıf yapmak kötüdür; kendine dahi olsa)

içinden geldiği gibi yaz, yazmayı bırakma demişti
nasılsa artık bir yayınevim
bir de editörüm vardı, böyle söylemişti
gururumu okşayan sözleri asla unutmam.
gururumun okşanmasının güveniyle
doğurduklarımı gönderdim ahmet abiye
kitap çıkarttığını unut
kitap çıkarttığını unut dedi
bir kez söyledi ama
kulaklarımda yankılandı ne hikmetse.
önceden daha güzel yazıyordun sen
bambaşka şeyleri sokuyordun şiirin içine
bu yüzden beğendik seni
bu yüzden heyecanlandık
başka hiçbir şeyim yok
başka hiçbir şeyim yok, diyemediğim için
bambaşka şeyler sokmaya devam ettim şiire
edeceğim de.

kitap çıktıktan sonra, janjanlı kapağıyla
ilk iş kadıköy’ü turladım
penguen’de bir kenara itmişlerdi
aldım görünür bir yere koydum.
iki gün sonra tekrar gittim,
yine bir kenara itmişlerdi.
kendini tekrar edenin yalnız ben olduğumu sanıyordum,
yalnız olmadığıma sevindim
-yalnız olmadığına sevinmek iyidir-

mephisto’ya uğradım penguen’den çıkışta
kırmızı perfect var mı diye sordum
bilgisayardan stoklarını kontrol ettikten sonra (kırmızı pörfek)
kalmamış dediler
gelmemiş demeleri gerekirdi; çalışanları türkçe bilmiyor
türkçe bilmemeleri beni hiç ilgilendirmiyor

buraları hızlı geçeceğim
d&r rica minnet internetten sipariş imkânı sundu
kitapyurdu üç hafta gecikmeli duyurdu
pandora ilk partiyi bitirip bir on tane daha istedi
yüz tane arkadaşım kılını kıpırdatmazken yazdıklarımı
aslı serin ve burak acar önemsedi
ömer abiye konuyla ilgili
arkadaşlarımı değiştireceğim diye söylendim,
gülümsedi.

söylendiğimle aynı gün ömer abi,
ulaşamayanlara sen elden dağıt dedi
on tane kitabı yüklenip çantaya,
üniversiteme gittim ertesi gün
bazılarına zoraki aldırdım
kendimi tutmasaydım akşamına taksim’deki kalabalığa
şiir okumak ister misiniz diye soracaktım

benim olayım değil bunlar demeden önce
ulaştırabileceğim herkese kitabı ulaştırmaktan pes etmeden önce
sünepenin yayımlanmayacağına karar verilmeden önce
yani ben her şeyi siktir etmeden önce
kitabın hangi kitabevinde kaç tane kopyası var
kim nereden sipariş vermiş
alanların kaçı okumuş, kaçı bir kenara atmış bilmemin
elbette bir sebebi var.
başka hiçbir şeyim yok
başka hiçbir şeyim yok
-başka hiçbir şeyin olmamasında kulağa hoş gelen bir taraf var-

osman konuk’a yazdım, kitaplar ulaşmamış
birhan keskin’e sordum, henüz okumamış
sabırsızlığımdan utanıyorum, üç.

elimdeki bir miktar kitabı değerlendirmek istedim sonra
ahmet hakan’a mı gönderecektim
hıncal uluç’a mı gönderecektim
aklıma yeni şafak’ta yazan murat menteş geldi
romanlarını oldum olası sevmiyorum
yine de maçka’ya gidip
ellerimle bıraktım kitabımdan.
iki, utanıyorum muhtaçlığımdan

bir vesileyle yayınevleri hakkında ahmet abiyle konuşurken
iletişim yayınları’na da bir çift laf etmiştim
şiir basmaktan imtina eden tüccarlarla işim olmaz
ya da buna benzer bir şeyler söylemiştim,
yine de büyük konuşmayayım diye ekleyerek sonuna.
ahmet abi kırmamaya çalışarak
kırmamaya çalıştığını çok da belli ederek
basamayacaklarını söylediğinde romanımı
koştura koştura iletişim’e gittim,
basmayacaklarından adım gibi emindim.
hırsımdan utanıyorum, bir.

-hırsından utanmak iyidir-
.
.
.

tuvaletten dönüyor, uzaktan göründü
yapmamam gereken bir şey yapmışım gibi hissettim
telâşla kapayıp yerine koydum defteri hemen
rıdvan, kambur adımlarla bana doğru yürürken.

ben şahidim, bir önemi varsa;
kitap çıkardığını unutmuş.
aynı konulardan defalarca bahsetme huyunun yanında hobi olarak,
kitabından hiç söz etmiyor

ales’i doksan altı,
kitabı kırmızı kapaklı;
başka hiçbir şeyi yok.
başka hiçbir şeyi yok.

-başka hiçbir şeyin olmaması iyidir-

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Vice Versa


bir anket defterinde soruldu: -şair olmasaydınız ne olurdunuz-
iltifatları için teşekkür edip, kendi yoluma gidecektim.
çenemi tutamıyorum

dünyaya bir şey olmaya gelmedim, etiketlere itikatsızım
bir ağacın büyümesindeki sırrı da
henüz çözebilmiş değilim.
uğraşıyorum

yirmi üçümdeyken geçirdiğim
gereğinden fazla yaşamışlık hissimden söz edecektim;
teşhisi koyunca iyileştim. hastalıklar böyledir

batak oynarken bütün kartları sayabildiğimden
zeki olduğuma kanaat getirdi insanlar.
işin kötü tarafı şu: beni de inandırdılar

çıkmayan sakalımla uzattığım saçımın savaşından
galip çıkan olmadı. bana köse diyenlerin yerini,
kel diyenler aldı. bazen hiç anlamıyorum
kim savaşırsa savaşsın; sürekli ben kaybediyorum.

(söylemeden geçmek istemem, sakallarım uzadı
ben saçlarımı özlüyorum)

diplomam müsaade etti, mühendis oldum
devletim müsaade etti, araştırma görevlisi
annem istediği televizyona kavuştu, hayırlı evlat
sevgilimi şık bir restorana götürdüm, düşünceli erkek
çiçekçi kızın potansiyel müşterisiyken, yakışıklı abim
almayacağımı idrak ettiğinde, orospu çocuğu
 
sayenizde her şey oldum, şair de olurum insanlar
teşhisi koyun ben iyileşirim
böyledir hastalıklar.


Duvar 8. sayı | Mayıs-Haziran 2013

24 Aralık 2013 Salı

Olaylı Şiir


konuşulmak istiyorum bunu daha açık yazamaz ben
annem beni pek sevmedi babam genelde yoktur
babam dediğim adamı bir şiirimde ölmüştüm
okuduğunda bunu babam bir kereliğine gülmüştü
yüzünü o an annemin hiç unutmam aklımda
annem babamın güldüğünü çokça nadir görmüştür
 
onlar benden bahsetmezler geçim derdi vardı hep
yazdıklarımı okumazlar güzel sözler duymadım
haberleri olmadan bir de kitap çıkarttım
şirk mi koşmuşum ne diye dokunmadı annem hiç
babam şöyle baktı geçti üzerinde durmadık
övülmeyi zaten ilk ben yirmi üçümde keşfettim
iltifat nedir bilmem öven herifi dövdüydüm
 
ne yapabilirim bilmiyorum ciddiye alınmak için
kürtlere sövebilirim ilk aklıma gelenlerden
en iyi kürt ölü kürttür en ölü kürt en iyi kürt
belki bir kürt sinirlenir buna cevap filan verir
belki kavga ederiz de yaşadığımı hissederim
bazı milletçiler savunur beni muhtemeldir bu olur
onları da savuştururum bir yolunu bulurum
vatan uğruna şehit olmuşlar aptal derim ölmüşler
bir şey uğruna ölen her insan aptaldır bence çünkü
sikimde bile değil benim vatanın parçalanmaz bütünlüğü
kürdistan’ı verelim kürtlere sonra yakalım hepsini
kıyılar kemalden çok kemalci olsun bu okeydir benim için 
onları da dökelim denize yunanı ne güzel dökmüştük
ermeniler var sonra çok da güzel öldürmüştük
ben sarhoşken hep rum mezarlığına işerim hiç yoktan iyi
söylemeden geçmeyeyim türklerden nefret ederim

allah’a inanıyorum son verdiğim karar bu oldu
herkese yetecek kadar var ve hem bedava üstelik
o halde neden inanmayacakmışım bunu ateistler açıklasın
açıklayamayan ateistler çükünden tavana asılsın
ben çok müslüman olduğum için işkenceden hoşlanırım
karşımda bir düşman görsem cihat filan da yaparım
ama islamcı da konuşsun beni kendilerinden bilmesinler
bu yüzden yoktur derim allah bu beni ilgilendirir
benim inandığım allah çünkü gül abus’u da affeder
benim inandığım allah şiirlerimi de okur sever
aksi ve kendi ispatlanamayan şeyler bu yüzden çok güzel

feministlerin memeli ve götlü olanları var onlara bayılıyorum
diğerleri geberse yağmurda su vermem prensipli adamım
insan solcu da olsa sıçarken sönen fotoseli yakmak için zıplıyor o haldeyken
hiçbir komünist manifestoda bu duruma değinildiğini görmedim ben
marksistlere akıl fikir verilsin bende fazla olsa vereceğim şüphesiz
herkes kendinden bir öncekinden daha iyi fikir üretebilecek güçtedir
literatür bunun için var kitaplar bunun için var
dante’den iyi şiir yazıyorum ben bu iddiamı ciddiye alın lütfen
herkes dante’den iyi şiir yazabilir dante bunun için var
turgut uyar’ı gömelim tanpınar’ı gömelim
yazmak bunun için var gömmek bunun için var
bıkmadınız ölü yüceltmekten ölüsevicilikten
bıkmalısınız çünkü yaşamak da bunun için biraz
bunu her yere bağırıyorum her şey gelişim halindedir
feministler evlenip ev hanımı da olabiliyor şaşırmak yersiz
hayvanseverler de et yiyorlar bunlar olağan şeylerdir

amerika’ya küfreden şair var ne büyük cesaret ha ha ha
islamofobikten de tiksiniyorum islamcıdan tiksindiğim kadar en az
başörtülüye laf edene kafam girsin bu konuda tavrım net
başörtülülerin çoğunun da aptal olduğunu kabul edelim tabi
bunun başlarındakiyle bir ilgisi olmadığını da kabul edelim evet
kadınlar zaten hepsi aptal oylayıp kabul edelim oy birliği
erkekler de aptaldır kabul edilmiştir kızlar don’t worry
 
olaysız dağılmaktan bıktım cümle kurun benle ilgili.

 

25.10.2013 / Rıdvan Gecü